En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan,

İngiliz romancı Lawrence Durrell, ünlü İskenderiye Dörtlüsü’nün ilk kitabı Justine’de şöyle söyler:

“Bir kentte sevdiğiniz biri yaşadığı zaman orası dünya olur.”

Demek ki kentleri denizlerinden dolayı sevmezsiniz, imkanlarından dolayı sevmezsiniz, bitki örtüsünün çeşitliliğinden dolayı sevmezsiniz. Bir şehri koca bir evren yapan içinde yaşayan sevdiklerinizdir.

Yaşamda bıraktığımız ölümsüz izler, içinden geçtiğimiz kentlerdedir. Geçtiğimiz kentlerde sevdiklerimizi bırakırız; dönüş yolunu kaybetmek istemeyen Hansel ve Gretel’in ekmek kırıntıları gibi, o izleri takip edip geri dönmeyi düşleriz; herkesi ve her şeyi bıraktığımız yerde bulabilme umuyla. Sevdiklerimiz, bir kenti bir dünya yapar. Peki, sevdiklerimiz kentlere dağıldığında ne olur? O vakit her yer gurbet olur.

Ömrümün istatistiksel olarak ikinci yarısında ve gurbetin ne yana düştüğünü anlama fazındayım. Teknik olarak gurbet, baba evinden ayrılmakla başlıyorsa, kendisine on yedi yıldır aşinayım.

Fakat ömrümün bu deminde, sevdiklerimin, çocukluğumun renkli camdan misketleri gibi kentlere saçıldığını düşünüyor, hayat tarafından hasret marifetiyle ütüldüğümü hissediyorum. Birden fazla zaman dilimini aynı anda yaşıyor, gözümü açtığım her sabah bulunduğum coğrafyayı tanımlamak üzere birkaç dakikamı ayırıyorum.


Kemerlerinizi bağlayın, servis masalarınızı kapatın, güneşliğinizi açın anonslarıyla hangi sevdiğime yaklaşsam bir diğerinden uzaklaşıyorum.

Gurbet ince belli bardağı
özlemek mi, canının simit çekmesi mi,
kapıyı tutan yabancıya
eyvallah demek mi, mi, rakıyı idareli tüketmek mi? banyoda türkü söylemek mi?

Hiçbiri değil. Doluya koysan almayan, boşa koysan dolmayan gurbet şerbetinden tattıkça anlıyorum ki gurbet dünya coğrafyasında bir yer değil, gurbet belleğimde bir köşe, kalbimde bir boşluk, ciğerimde bir sızı. Nereye gitsem orada doğduğum topraklarda da.

Gurbet gavur illerinde olmakla tanımlanabilir değil. Kendimize, sözümüze, toprağımıza, birbirimize yabancılaştıkça derinleşen yalnızlığımız gurbet. Yani gurbet epeydir içimizde…
Herman Amato’nun uzak mesafeleri tanımlayışı düşüyor aklıma.

En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan,

Ne seyyareler ne de yıldızlar geceleri ışıldayan En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan…

İşte, bizim gurbetimiz orada…


0 yorum

Bir cevap yazın

Avatar placeholder

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir